GELDİ ÖLÜMLÜ YALAN GİTTİ ÖLÜMSÜZ GERÇEK SİZ HAYAT SÜREN LEŞLER SİZLERİ KİM DİRİLTECEK??!!!!
   
 
  BAŞBUĞ

            Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ' in Hayatı

Göç ...
Kutludağ'ı çaldırdığımız günden beri âdeta Türk'ün mukadderatı olan göç...
Milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ'un hayat hikâyesinin başlangıcında da göç var.

 

Yıl 1860
Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı İlçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyü'nde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgün edilir.

Yıl 1917
Kasım ayının 25'i, öğle vakti, yer, Lefkoşe, Haydarpaşa Mahallesi Kirlizâde sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra Hanım'ın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.

Yıl 1921
4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü İlkokulu'na (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir "Besmele"dir. "Ey Rahman ve Rahim olan Allah'ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum" dermişcesine bir "Besmele"dir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen...
Birbirinin ardı sıra gelen İlkokul ve Rüştiye yılları ve herbiri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatla beraber Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i Âli Osman bakıyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey, Ali Arslan'ın adını âdeta senin adın "Alparslan olsun" ve "Sultan Alparslan'a denk bir yiğit Türk ol", diyerek değiştirir.

Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşiladamızın tamamı İngiliz İşgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.

Yıl 1933
Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamağa dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ile ver elini İstanbul...

Ailesi İstanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul'da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca'nın canevinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, genç Alparslan Türkeş.

Yıl 1936
Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları başlar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artık O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.

Yıl 1940
Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzıt, Umay,Selcen,Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adlı çocuklarla çiçeklenir bu evlilik vebozkurtların Muzaffer Anası'nın 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Seval Hanım'la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adlı iki evlât daha vererek sevindirecektir.

Yıl 1944
3 Mayıs Ankara'da bir gösteri veya yürüyüş eski tabirle nümayiş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta, hem düşmana... Hem devlet hizmetindeki gafillere, hem de yurda sızmağa çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler.

Şâirin "Öz yurdunda garipsin, özvatanında parya" dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılk Davası başlar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş'te bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini mesnetsiz "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnad edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde herşeyden çok milletimi ve vatanımı severim" diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atılışıdır ve son olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir.

Yıl 1947
Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulu'nda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği'nin komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı'daki görevlerinden sonra 1951 yılında kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.

Yıl 1955
Dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada (................) Üniversitesi'nde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner.

Yıl 1959
Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gider. Bu okulu başarıyla bitirdiğinde artık bir Kurmay Albay'dır.

Yıl 1960
Tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "İhtilâl'in kudretli Albayı"dır. Kurmay Albay Alparslan Türkeş İhtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.

Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13 Kasım 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevkedilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek bahanesiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım'da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.
1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş'in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.

Yıl 1963
Tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner.
Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adlı bir dernek kurar.

Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevi'nde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.

Yıl 1965
Tarih 31 Mart saat 11:00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır.
Kısa bir zaman sonra 1 Ağustos 1965 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultayı'nda Genel Başkan seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili olarak parlamentoya girer.

Yıl 1969
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adı Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili seçilir.

31 Mart 1975-13 Haziran 1977 ve 1 Ağustos-31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan I. ve II. Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar.

Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler başlar.
1968 yılından itibaren marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu, "Komünist Devrim" için üs haline getirirler. Üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mı tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmağa ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeğe başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar.

Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama heryerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçler"i birşeylerin daha doğrusu ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler.

Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının komünist çetelerce katledilişini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmeriği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.

Yıl 1980
12 Eylül sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekânlardır.

Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra saklandığı yerden ortaya çıkıp teslim olur. Cunta tarafından tutuklunan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi'nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idamı istenilir, 9 Nisan 1985'de beraat eder ve tahliye olur.

Yıl 1987
Tarih 6 Eylül, yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ'a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır.

Yıl 1987
Tarih 4 Ekim, Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkan seçilir.

Yıl 1991
20 Ekim 1991 Genel Seçimleri'nde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir.

Yıl 1992
27 Aralık 12 Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler.

Yıl 1992
Tarih 24 Ocak, MÇP'nin 4. Olaganüstü Kurultayı toplanır ve partinin adını MHP, amblemini Üç Hilal olarak değiştirir.

Ve Yıl 1997
Tarih 4 Nisan...
Karlar altında milyonlarca ağlayan insan...












                                             SON BAŞBUĞ


İnsanlar vardır, doğar, büyür ve ölür. Fakat bazı insanlar vardır ki, doğar, büyür ama asla ölmez. Fani hayata veda etseler de, geride bıraktıkları ile milyonların kalbinde yaşarlar. O, eserleri ile gönülleri aydınlatır, insanlara yol gösterir. Her sözü bir buyruk olur neferlere. O bir İnsan, o bir Lider, o bir Baba, o bir Bozkurt, o bir Başbuğ idi.

Zaman oldu tek başına kaldı, zaman oldu tabukluklara sokuldu. Zaman oldu ihanete uğradı, zaman oldu Kara Eylül işkenceleri gördü. Ama o asla yılmadı. Yılmak yoktu onun kitabında. Çünkü o bir Türk, o bir Bozkurt, o bir Ülkücü, o bir Başbuğ idi.

Bir millet uyuyordu. O millet ki, dünyayı adaletle, hakkaniyetle ve kudretinin şanıyla yönetmiş, sonra gafletten midir, rehavetten midir bilinmez, dünyaya hükmederken, daracık bir yarımada'ya hapsedilmiş, parçalanmış un ufak olmuştu. Afyon verilmiş gibi uyuyordu bu millet. Türk olmanın asaletini unutmuş, 5 bin yıl geriye uzanan şanlı tarihinden bihaber, yabancı izm'lerin tutsaklığında, sömürülen, yedi düvelin vahşice saldırılarına maruz bir millet, uyuyordu. Demir dağlar ardına hapsedilmişti sanki. Dağları eritmeye ateş gerekti. İlk sefer bir öncü tutuşturdu meşaleyi. Atsız-sansız olsa da, meşale yanmıştı bir kere. Derin dehlizlerden, hain tabutluklardan geçildi. Kah Kür'şad oldu biri, kah 40 çeriden biri. Sorgulandılar şef'lerin emriyle. Suçları Türk olmaktı, Türk gibi düşünmek, Türk gibi yaşamaktı. Yılmadılar. Demirdağları eritmeye and içmişlerdi bir kere. Türk, and'ından dönerse Türk denir miydi, ona. Dönmediler. Çünkü onlar Bozkurt soylu Türklerdi. Ergenekondaki bozkurt kah Atsız, kah Türkeş olmuştu. Atsız sansız olsa da Türk yürekler alevlemişti bir kere.

Adı konulmuştu Dava'mın. Türke zulm edenin, Türkü ezenin, Türkü parçalayanın, Türke kefen biçenin,... kaleleri yıkılmalı, demir dağları eritilmeli, ölümü korkunç olmalıydı. Her ne olursa olsun, herşey Türke göre, Türk tarafından, Türk için olmalıydı. Ayrı düşmüş soyumuz bir olmalı, diri olmalı, yüceliğine yakışır hayat sürmeliydi. Fidan tutmuş, koskoca çınar olmuştu. Çınar'ın adı Çiçi-Yagbu'dan beri bilinen bir büyük dava idi. Bilindiği dönemlerde şahlandığımız, unuttuğumuz çağlarda perişan olduğumuz bir dava, özbeöz Türk olan bir dava, Türk Milliyetçiliği. O bir Atsız, o bir Türk, o bir Alparslan, o bir Bozkurt, O bir Başbuğ olmuştu.

Yürüdü ardına bakmadan. Tek başına kalsa da bayrağı göndere çekmek üzere yola çıkmıştı. Zaman olmuş terkedilmiş, zaman olmuş ihanete uğramıştı. Ama o hiç kimseyi terketmemişti. Hele Türk Milletini, asla. Söylediği her söz, kıldığı her namaz, tuttuğu her oruçta, yakardığı her dua'da Türk vardı. En çok da Allah'a , o'nu bir Türk yarattığı için, şükrederdi. Yüce Allah, rehberimiz olan Kutlu Kitap'da, Milletleri ayrı ayrı yarattığını buyurur. Bu yüzden de farklı milletlerin ayrı, aynı kandan milletin de beraber yaşamasını savunmuş ve hayatı boyunca da mensubu olmakla gururlandığı Türk ırkının bir ve beraber olmasına çalışmıştır. Kimi soysuzlar, kimi hainler ona ırkçılık gibi insanlık düşmanı bir yakıştırma yapmaya çalıştılar. Halbuki 20. yüzyılın ilk Bozkurtdu Atatürk 'ün 'Türk(lüğünle) öğün, Türk(gibi) çalış, Türk(lüğüne) güven' vecizesinde anlamını bulan Türkçülüğün, 'her şey Türk için, Türke göre, Türk tarafından' tarifi ile tıpa tıp aynı olduğunu görmezden gelmek ihanetlerin en büyüğü idi. Bu ihanetler, nereden gelirse gelsin, ister devletin tepesindekilerden, ister ruhlarını ve vicdanlarını yabancı izmlere kiraya verenlerden gelsin, o asla yılmadı, emrindeki kervan daima yürüdü. Bir kere yükselen bayrağın bir daha inmeyeceğini en iyi bilenlerdendi. Çünkü o bir bozkurt, o bir hilal, o bir bayrak, o bir başbuğ idi.

O'nun gibisi bir daha olmayacak mı? Olacak, olmalı. Milletlerin büyüklüğü buradadır. Büyük liderler yetiştiren milletler, büyük milletdir. Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'in davasına sahip olmak ve onun yüce ideallerini taşımak demek, onun fikirlerini daha ilerilere götürmekle olur. Ve onun en çok önem verdiği, birlik ve beraberliğin muhafaza edilmesi, dirliğin ancak böylelikle kurulabileceği gerçeğine uymakla, onun fikirlerine sahip çıkmış, onu yaşatmış oluruz. Türkeş idealinin ülkücüleri, onun bu prensibine sıkı sıkıya bağlıdır.

İnsanlar vardır, ölür, insanlar vardır Hak'ka yürür. Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ Hak'ka yürüdü. Sanılmasın ki, yüreğimizde tutuşturduğu alev küllendi. Yetiştirdiği milyonlarca ülkücü, o kara günde, o yıkılası Nisanda, tek yürek oldu, yeniden doğdu. Milyonlarca Bozkurt o gün, tek bilek, tek beyin, tek kalem oldu ve şu satırları beyinleri ile birlikte, açılan anı defterine, asla silinemeyecek şekilde kazıdı. 'Rahat uyu Başbuğum. Emanet'ini bir namus belleyip koruyacağız. Senden aldığımız bayrağı işaret buyurduğun yere mutlaka ve mutlaka asacağız.'

Başbuğlar ölmez, Çiçi-Yabgu, Mete Han, Bilge Kağan, Alparslan, Fatih, Atatürk, Atsız, Elçibeğ, ve daha niceleri. Hiç biri ölmedi. Son Başbuğ TÜRKEŞ. O bir İnsan, o bir Hilal, o bir Bayrak, o bir Bozkurt, o bir Lider, o bir Güneş, o bir Başbuğ idi.

M. HANİFİ ÇELEBİOĞLU



                                       BİR NESİL YETİŞTİREN BAYRAK ADAM

O, başkalarının vazgeçtiği yerde başlamış, Türk Milliyetçiliği'ni aksiyon hale getirmişti. Bugün yetiştirdiği Ülkü Ocaklı gençler devleti yönetiyor, fikirleri Türk Dünyası'nda bayrak oldu.


Türk Milliyetçileri'nin büyük ve efsanevi lideri Alparslan Türkeş'i ebediyete uğurlayalı yılar oldu. Ancak onun büyük efsanevi kişiliği sağlığında olduğu gibi bugün de yaşamaktadır. Bir insanın ömre yeterli gelmiyor. Molla Cami, Mevlana için derki;'Biz ömrümüzün sonuna geldik, hala vasfının başındayız...' Bu tespit Türkeş içinde sözkonusudur.

O öylesine büyük bir liderdi ki, iktidar olmadığı halde iktidar da bulunan bir büyük devlet adamı idi. Bütün hayatı boyunca mistik bir Türk Milliyetçisi olarak yaşadı ve öylece ebediyete intikal etti. Öldüğü gün bütün Türk gençliği ayağa kalkmıştı. Cenazesi Ankara'nın gördüğü en büyük cenaze töreni idi. Karda-kışta yüzbinlerce ülkücü Türk genci sokaklarda, karlar altında, parklarda sabahı beklediler. Dualarla , tekbirlerle uğurlanmasından beridir, gençlerimizin yollarını aydınlatan bir ışık gibi aramızda bütün gerçekliği ile yaşamaktadır. Eserleri birbiri peşine basılmakta ve gençlerimize hala yol göstermektedir.

ATATÜRK VE TÜRKEŞ


Bugüne kadar Türkiyemiz' de Tüek gençliğine sahip çıkan ve onların vatana, millete faydalı büyük bir vatan evladı, birer Türk Milliyetçisi olarak yetişmelerine en büyük önem veren iki büyük lider olmuştur. Atatürk ve Türkeş. Bunlar hemen hemen hayatlarının en büyük bölümünü Türk gençlerinin yetişmesine ve onların birer büyük idealist olmasına hasretmişlerdir. Türkeş ise yeni nesillerin Türkiye'nin en karanlık ve karmaşık bir döneminde onların büyük bir milli tarih şuuru içinde yetişmeleri için nefes tüketti, zaman harcadı ve Türkiye'nin geleceğini hazırlamış oldu. Bugün Türk Ülkücüleri onun yolundadır. O'nun sağlığında Ülkü Ocakları üyeleri durumundaki Türk gençliği bugün Türkiye'nin yöneticileri durumundadırlar. Milletvekilliği, Bakanlık seviyesinde, müsteşar, genel müdürlük gibi bürokrasi mevkilerinde ülkenin yükselmesini omuzlamış durumdadırlar. Binlerce,onbinlerce Türk genci bu büyük liderin çizdiği yolda yürüyorlar. Onların çocukları ve torunları da babalarının, dedelerinin, kısaca Türkeş'in yürümektedirler. Türkiye'ye böylesine büyük bir milli hamle ve yeni bir hayat yolu çizen büyük adamlae ne kadar yazık ki kolay yetişmiyor. Büyük Türk şairi Ziya Paşa'nın bu durumdaki büyük adamlar için söyldeği bir beyit vardır. Der ki;

Beni adem haşrederek tazim dururlar adına,
Kim fedayı nefs ederse cinsinin imadına.....

Bu güzel tarif hiç şüphesiz Başbuğ Türkeş'in şahsında en güzel tarifini bulmaktadır. Öyle ki, bütün Türkiye'nin bir kaos yaşadığı bir devirde Türk gençliği -halk tabiri ile- kapanın elinde kalırken, her türlü yabancı entrikaların, ideolojilerin, eroinden beyaz kadın ticaretine kadar her şeyin okullara dahi sızdığı bir dönemde O bir havari gibi Türk gençliğine kol kanat germiştir. Türk gençlerinin bu tuzaklardan uzak durmasını sağlamıştır. Bununla da kalmayıp onlara yol göstermiş, vatanlarına, milletlerine hangi yoldan faydalı olacaklarını da işaret etmiştir. Üniversitelerimizin birer militan ocağına dönüştüğü devirlerde adeta düşmeyen bir kale gibi tek direnen bu okullarda ki Ülkücü gençlerdi. Arkalarında ise bir tek liderin gölgesi vardı; Başbuğ Alparslan Türkeş ...

O büyük gençlik hareketinde vuruldular, şehide oldular, yılmadılar,boğuştular, bir elleri yumruk halinde dövüşürken öbür ellerinde kitap tuttular. Gece yarılarına kadar okudular, çalıştılar ve bugünleri hazırladılar. Üniversitelerimizde kızıl koministler öylesine yuvalanmışlardı ki eğer o Ülkücü gençlik hareketi olmasaydı, daha sonraki devirlerde gelen büyük müdahale hareketleri de ! geç kalmış olacaktı. Nitekim Türkiyemizin her kurtuluş hareketinin kan bedelini de Türk milliyetçileri ödediği gibi, bu son kurtuluş hareketinin çilesini ve kan bedelini Türkeş'in yetiştirdiği Ülkücü Türk gençliği ödemiştir. Bu son büyük çilenin en büyük bedelini ödeyenlerden birisi de Türkeş olmuştur. BU onun son büyük çilesi olmuştur. On yıl sonra yeniden tarih sahnesinde görüldüğünde eski ülkücülerin yanında onların takipçisi bir genç Ülkücü nesli de hazır durumda bulmuştur. Yeniden bıraktığı yerden başlıyordu.

27 MAYIS'IN HALKIN ÖNÜNE ÇIKAN TEK LİDERİ


Türk tarihinin gördüğü en büyük yıkımlardan birisini teşkil eden ve Türkiyemizde de bir ihtilaller darbeler devrini açan 27 mayısın mensubu olanlardan yalnızca bir tek kişi, Alparslan Türkeş alnı açık olarak milletin karşına çıkmak yiğitliğini gösterebilmiştir. Diğerlerinden böyle bir babayiğitliği görmedik. Mertçe erkekçe partisini teşkilatlandırarak demokrasinin ve Türkiye'nin yaşaması için iktidara talip olmuştur. Öylesine büyük bir efsane misyonu kazanmıştır ki, ölümü fikirlerini iktidara taşımıştır. Bugün Türkiyemizin yöneticilerinin büyük bir bölümü onun zamanında yetişmiş Ülkü Ocaklılardır.

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ AKSİYON HALİNE GETİRDİ


Partisinin teşkilatlanıp hareketlendiği dönemde Türkiye de en çok horlanan inançlar arasında Türk Milliyetçiliği fikri geliyordu. Hiçbir yerde Türk'ten ve Türk milliyetçiliğinden söz edilmiyordu . İşte tam ozaman da bir lider ortaya çıkıyor ve Türk Milliyetçiliğine eğilimleriyle sahip çıkıyordu. Plevne savunmasına katılan bir İngiliz subayı olan ve hatıraları Türkiye de de yayınlanan Herbert , plevne savunmasının ne kadar zor şartlar altında başarıldığını vurgularken Türk karakterini şu satırla çizer:' Türkler müdafaya başkalarının vazgeçtiği terde başlar..' Türkeş'in de yaptığı bu idi. Seksen yıllık hayatı boyunca Türk milletinin hayrına ve Türkiye'nin geleceğine karşı yapılması gereken ne lazımsa onu seçmiş, o yolda fani hayatını tamamlamıştır. İçinde yaşadığımız günler onu ölümünde yıldönümüdür. Türk milletinden, Türk gençliğinden ve bütün Türk ülkücülerinden ona minnet ve şükranlar yağmaktadır. Yattığı yer cennet....


MUHİTTİN NALBANTOĞLU


                   Bilge Lider

Rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey, tarihte örneklerine pek sık rastlamayan müstesna şahsiyetlerden biridir. Karizmatik lider bilge lider tarihi şahsiyet gibi sıfatlar muhterem liderimizi anlatmakta kullanılan başlıca sıfatlar olarak Türk milleti tarafından benimsenmiş ve kabul görmüştür. Tarihi geleneğimiz açısından O'nu en iyi anlatan, tanımlayan sıfat ise Başbuğ olmuştur. Türkeş Bey, Türk dünyasının Başbuğu unvanını, sahip olduğu meziyetler ve yerine getirdiği hizmetler açısından bakıldığında en çok hak eden tarihi bir şahsiyettir. Bu değerlendirmeyi er ya da geç dost düşman herkes yapınıştır.Başbuğumuzun bu sıfatları kazanışı ile Milliyetçi Hareketin tarihi paralel bir çizgiye sahiptir? Çünkü O'nun hayatı ile Türk milliyetçiliğinin yarını yüzyılı aşkın dönemi tamamen özdeşleşmiş iç içe geçmiştir.

Bilge lider ya da tarihi şahsiyet kavramı, her şahsiyet gibi kendi milletinden ve içinde yaşadığı çağdan bir şeyler alan, ama diğerlerinden farklı olarak milletinin gelişimine, çağının akışına bir şeyler katan, kısaca tarihe damgasını vuran insanları anlatan bir kavramdır. Bundan sonra tarih, O şahsiyetten bir şeyler alarak O'nun fikrinin, alın terinin izlerini taşımaya başlar.

Dünyada hiçbir büyük ve önemli bir iş yüreği ülke sevdasıyla yanıp tutuşmayan, hiç cefa çekmemiş ve inanmadığı şeyler savunmuş politikacılarca başarılmış değildir. Büyük davalar, tehlikelere ve zorluklara cesaretle göğüs geren ömrü boyunca, yılmamış, inançlı ve azimli insanların liderliği altında başlamış ve başarılmıştır.Tarihi şahsiyetleri ya da büyük liderleri ortaya çıkartan dinamikler nelerdir? Onların ortaya çıkışları sahip oldukları meziyetler ile tarih şartlarını buluşmasıyla mümkün olmaktadır. Bu meziyetler vasıflar nelerdir? En başta basiret, inanç, azim, bilgi cesaret direnç ve kararlılık gibi önemli özellikleri şahsiyetlerinde barındıran insanlar gerçek anlamında lider olabilirler. Bu insanlar, yeteneklerini ideallerini gerçekleştirme yolunda ortaya koymaya, yani kuvveden fiile geçirmeye başladıklarında varlıklarını hissettirmiş olurlar.

Bunu takiben halk ile diyalog kurmaları ve kadrolarını yetiştirmeleriyle birlikte ağırlıklarını ve farklılıklarını kabul ettirmeye başlarlar. Artık onlar gerçek birer liderdir. Zamanla bu sıfat, gelişmelere bağlı olarak tarihi şahsiyet karizmatik lider önder gibi sıfatlara dönüşür. Kısacası tarihi şartlar ve gelişmelerle liderlik vasıflarına sahip insanlar bir araya geldiğinde, büyük ve önemli liderler ortaya çıkar.Rahmetli Başbuğumuzun ömrünü yarım asrı aşkın son bölümü, Türk milliyetçiliği hareketinin yaşadığı sorunlarla, gelişmelerle paralel bir seyir takip etmiştir. Hakk'ın rahmetine kavuştuğu son ana kadar da davasına yani Türk milletine ve Türk dünyasına hizmet etmeye devam etmiştir. 1944 yılında zamanın siyasi iktidarının rüzgara göre yön değiştiren zihniyetinin bir sonucu olarak uygulanan baskı ve zulümlerden 1997 yılının Nisanına kadar uzanan kararlı milliyetçilik mücadelesi, hayatını ülkesine ve milletine adamışlığın çok önemli ve güzel örneklerini ortaya koymuş olması,Başbuğumuzun siyasi kişiliğinin en kısa ve özlü ifadesidir. Türk milliyetçileri, 1944 girdabından yüz akıyla çıktıktan sonra, 1940'lı yılların ikinci yarısını ve 1950'lerin başlarını toparlanma ve dayanışma çabalarıyla geçirmiştir. Türk milliyetçileri ikinci tırpanı bu dönemde Demokrat Parti yönetiminden yemiştir.İşte bütün bu olayları 've sorunları çok iyi okuyan rahmetli liderimiz, 1960'lı yıllardaki gelişmeleri de dikkate alarak Türk milliyetçiliği Hareketine yeni bir ivme ve boyut kazandırmıştır. 1960'ların ikinci yarısı, hem Türk milliyetçileri hem Türk devletçiliği hem de Türk demokrasi tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu dönem, Türk dünyasının Başbuğunun ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin doğuşuna sahne olan bir dönemdir.

1960'lı yılların başından itibaren Türkiye'de, büyük bir çoğunluğu Rus emperyalizminin doğrudan ya da dolaylı olarak uzantısı pozisyonunda olan sol hareketlerin canlanışına ve hızlı bir şekilde güçlenmesine şahit olunmuştur. Buna karşılık, kendini sağcı olarak tanımlayan siyasi partiler ve gruplar ise, hem aralarında hem de içlerinde sürekli didişen bir yapıya sahipti. Türk milliyetçilerinin hali de çeşitli dergiler ve dernekler etrafında kümelenmiş çok dağınık, arayış psikolojisinin hakim olduğu bir manzarayı andırıyordu. Alparslan Türkeş Bey'in 1964 yılında siyasete doğrudan girmesiyle başlayıp, 1969 yılında tamamlanan süreçte ise, Türk milliyetçiliği davası derlenip toparlanmaya, daha doktriner bir hüviyet kazanmaya başlamış, kendi özgün ve dinamik siyasi partisine kavuşmuştur. Bu süreç, dağınık, siyasi etkinliği çok zayıf ve öz güven bunalımı yaşayan bir camianın varlığını çok iyi gözlemleyen, Türk milletinin yeni bir dirlik, birlik ve kalkınma hamlesine ihtiyacı olduğunu hisseden siyasi iradenin inancın, kararlılığın ürünüdür. Yani Merhum Liderimiz Alparslan Türkeş'in önderliğindeki kadronun iradesinin ve çabalarının eseridir.

Kendilerinin veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, milliyetçi-ülkücü hareket, büyük ve güçlü Türkiye'nin mimarı olarak doğmuş ve gelişmiştir. Türk milliyetçiliği hareketinin yeniden yapılandırılması aşamasını bütün milliyetçilerin, vatanseverlerin, bütün dağınık parçaların bir araya getirilmesi ile fikri alt yapının geliştirilmesi ve projelerin ortaya konması aşaması izlemiştir. Tabii bütün bu aşamalar, çok zorlu ve uzun soluklu bir mücadeleyi, ilmik ilmik örülme anlamında zahmetli çabaları ifade etmektedir. Çünkü Türk milliyetçileri önlerine çıkartılan bir çok engeli aşmak, yoğun karalama kampanyalarını göğüslemek için olağan üstü çabalar sarf etmek zorunda kalmışlardı? Türk milliyetçiliği davasının doğrudan siyasi alana taşıdığı yani rahmetli Başbuğumuzun Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin genel başkanı seçildiği günden itibaren başta faşizm olmak üzere sürekli eleştiriler yöneltilmesi, Türk gençliğinin çeşitli oyunların içine çekilmeye çalışılması Milliyetçi Hareket'in gelişimini etkilemiştir.

İşte Milliyetçi-Ülkücü hareket bir tarâftan bu tür karalama kampanyalarıyla ve terör belasıyla uğraşmak, bir tarafta da dünya ve ülke sorunlarıyla ilgilenmek, çözümler üretmek durumunda kalmış, siyasi hayatın gereklerini yerine getirmeye çalışmıştır. Bu mücadelenin bir de imkansızlar içinde yürütüldüğü düşünüldüğünde, anlamı önemi ve büyüklüğü daha iyi anlaşılmaktadır.Milliyetçi Hareket Partisi böyle bir zorlu mücadele geleneğine ve olumsuzluklara rağmen, iktidar ortağı olduğu zamanlarda ülkeye hizmet etmenin en iyi örneklerini sergilemekten de geri kalmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki MHP, ciddiyet çalışkanlık ve ülke çıkarıyla özdeşleştirilir olmuştur. Bu dönemde yine gençliğin yıkıcı ve bölücü fıkirlere kapılmamasında kültürel yabancılaşma hastalığına yakalanmalarında kalkan işlevi görmüştür.

Alparslan Türkeş Bey'in önderliğindeki Milliyetçi Hareket, bu tarihi görevini, genç nüfusun milli ve manevi değerlerle donanmış idealist bir gençlik olarak yetişmesini sağlayarak yerine getirmiştir. Türk Milliyetçileri, 12 Eylül 1980 sonrasındaki üç yılı kapsayan askeri yönetim döneminde de her türlü baskıyla karşı karşıya kalmış ve MHP kapatılmıştır. Aynı göğüs germe zorunda kalınmıştır. Ancak, Milliyetçi Hareket kısa süre içinde Türkiye'nin ve Türk dünyasının tekrar parlayan yıldızı olmayı başarmıştır.Haksız eleştirilere karşı koyarak, her sınavdan yüz akıyla çıkmak kısacası zorlu ama onurlu bir mücadele destanı yazmak, ancak haklı ve güçlü davalara sahip siyasi hareketlere nasip olur.Yine hiçbir siyasi hareketin , bilge bir şahsiyete karizmatik bir lidere sahip olınadan bu kadar zorlu ve uzun bir mücadeleyi sürdürebilmesi mümkün değildir. Bugün Milliyetçi Hareket Partisi, dimdik ve güçlü şekilde ayakta durmakta. Türk Milletinin yegane ümidi haline gelmiş bulunmaktadır.

Dr. Devlet BAHÇELİ
MHP Genel Başkanı



İlgili aramalar: amatör - izleyin luften -  basbug -  alparslan -  turkes -  mhp -  ulkucu -  milliyetci
TÜRKİYE
 


Bu sayfayı nasıl buldunuz?
ÇOK BAŞARILI 85,71%
başarılı 3,57%
güzel 3,57%
berbat 3,57%
iğrenç 0%
en kısa zamanda kapatılması lazım 3,57%
28 toplam oy:


 
Bugün 3765 ziyaretçi (4934 klik) kişi burdaydı!
TÜRKLÜK bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol